İleri Şişmanlık

Neden Tehlikelidir?

Çok genç yaşta normal günlük gereksinimlerinizi bile yardım almadan yapamamak tabi ki çok üzücü bir durumdur.  Bu kişiler her koltuğa oturamayan, her araca binemeyen, ayak ayak üstüne atamayan ve günlük basit ihtiyaçlarını ve hatta kişisel temizliklerini sağlamakta bile başkalarının yardımına gereksinim duyan insanlar haline gelirler. Salt bunlar bile ciddi depresyon ve sosyal izolasyon duygusunun yerleşmesine yetebilmektedir

Morbid obezite; yağ hücrelerinin tıka basa yağ molekülleri ile dolup şişmesi sonucunda aslında vücutta müzmin (kronik) bir iltihabi süreç oluşturur. Aslında bu bağlamda aşırı şişmanlığı kronik bir inflamatuar (iltihabi) hastalık olarak tanımlamak hiç de yanlış olmayacaktır. Dolayısı ile vücudumuzdaki tüm sistemler ve tüm organlar ileri obeziteden olumsuz biçimde etkileneceklerdir. Bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan ikincil sağlık problemleri ve hastalıklara ise tıpta “ko-morbidite” denilmektedir. Morbid obezite yani aşırı şişmanlık; kişinin sosyal hayatını, yaşam kalitesini ve ruhsal durumunu ciddi biçimde sıkıntıya sokmanın ötesinde çok önemli, hatta yaşamı kısaltan ve “ölüme” neden olabilen bir dizi “ko-morbidite” yani ikincil (ya da yandaş) hastalığa yol açmaktadır.  Şişmanlığa bağlı olarak ortaya çıkabilen ikincil hastalıklar aşağıda sıralanmıştır:

Obezite Ve Kalp-Damar Problemleri.

Şişmanlık belli bir aşamadan sonra o kişide şeker hastalığına, hipertansiyona ve kan yağlarında (kolesterol) artmaya neden olur ve bu komplikasyonlar “morbid obezite” ‘de çok erken yaşlarda ortaya çıkarlar. Bilindiği gibi zamanımızdaki birinci ölüm nedeni halen damar sertliğidir (atheroskleroz)  ve gerek şeker hastalığı, gerek hipertansiyon ve gerekse kolesterol seviyesindeki artmalar damar sertliği gelişimi açısından en önemli risk faktörleridir. Dolayısı ile morbid obezler,  eğer tedavi edilmezlerse,  yaşdaşlarına göre çok daha erken zamanda damar sertliği ve buna bağlı oluşa gelebilen; kalp krizi (enfarktüs) ya da inme (stroke) gibi nedenlerden yaşamlarını yitirmektedirler. “Tedavi edilmezlerse” ifadesinin kullanılmasının nedeni burada bir de iyi haberin olmasındandır !  O da; irade, diyet ve önlemlerle sıklıkla (% 97-99) çözülemese de artık zamanımızda bir dizi laparoskopik yani “kapalı” ameliyatla morbid obezite tedavisinin hem de kalıcı biçimde mümkün olmasıdır.  Tıpta obezite cerrahisi / bariatrik cerrahi” olarak bilinen ve şişmanlığı giderici cerrahi girişimler olarak tanımlayabileceğimiz bu ameliyatlar sanıldığından çok daha az riskleri olan ancak hayat kurtarıcı, yaşamı uzatıcı (estetik cerrahi ile uzaktan ya da yakından hiçbir ilgisi olmayan) müdahalelerdir. Bu nedenle de ; hastayı karşı karşıya bıraktıkları risklere karşın tüm dünyada çok aktif ve sıklığı giderek artan biçimde uygulanmaktadırlar. Çünkü bu girişimler; şişmanlığı gidermenin ve yaşam kalitesini müthiş şekilde düzeltmenin yanı sıra, başta Tip II şeker hastalığı, karaciğer yağlanması, uyku apnesi ve hipertansiyon olmak üzere diğer yandaş problemlerin de süratle düzelmesini sağlayarak hastaların ömrünü de hatırı sayılır şekilde uzattığı bilimsel olarak kanıtlanmış ameliyatlardır. Zamanımızda A.B.D. ‘nde en sık yapılan ikinci laparoskopik ameliyatlar safra kesesi ameliyatlarından sonra obezite cerrahisi girişimleri olmuştur.

Bilimsel olarak VKİ’nin 40 ‘ın üstünde olması “morbid obezite” anlamına gelmektedir.

VKİ hesaplaması kişinin boyunu da bir faktör olarak içerdiğinden tüm dünyada şişmanlıktan bahsederken kullandığımız en basit formüldür. Dolayısı ile bir insanın 110 kilo olması ya da bel çevresi ölçümleri tek başına o kişinin morbid obez,  hatta “şişman” olduğunu bile anlamamıza yetmez. Çünkü o kişi eğer 2 metre boyunda ise aslında gene de normal kiloda olacaktır.

Obezite ayrıca kalp kasında aşırı büyümelere (hipertrofi), kalp yetmezliğine, değişik ritim bozukluklarına da yol açabilmektedir ve özellikle ciddi uyku apnesinin de bulunması bu riskleri arttırır. Obeziteye bağlı ciddi ritim sorunları ani ölümler ile sonuçlanabilir. Obezite ayrıca karın içi basıncını arttırarak lenf ve toplar damar sistemindeki akışı bozarak bacaklarda şişmelere, ödem oluşumuna, varislere ve daha ileri olgularda “staz ülseri” olarak bilinen bacak yaralarına yol açabilir.

Obezite Ve Şeker Hastalığı.

Tip II diyabet sıklıkla obezlerlerde oluşan bir şeker hastalığıdır. Abdominal obezite, Tip II şeker hastalığı gelişimi açısından kanıtlanmış bir risk faktörüdür. Tip II şeker hastalığı: kan insülin seviyesinde artma (insülin direnci), şeker toleransının giderek bozulması, açlık kan şekerinin giderek yükselmesi ve sonunda aşikar şeker hastalığı ile sonuçlanan bir süreçtir. Tip II şeker hastalığı için verilen ilaçların büyük bölümü maalesef şişmanlığı daha da arttırıcı etki gösterirler. Tip II şeker hastalığının ileri aşamalarında ise insülin kullanımı gerekebilir ve bu da hastalara daha da fazla kilo aldırtıcı bir hormonal ortam yaratır.

Obezite Üreme Sistemi Ve Polikistik Over Sendromu.

Obezite cinsel arzu ve performansı bariz biçimde olumsuz etkilemektedir. Obez kadınlarda adet düzensizlikleri daha sıktır. Gene polikistik over sendromu da sıklıkla obez kadınlarda gözlenir. Bunların nedeni ; artan yağ dokusuna ikincil olarak ortaya çıkan birtakım hormon dengesizlikleridir. Polikistik over sendromu etkilediği kadınların sağlıklı biçimde yumurta ürete bilirliğini ve “fertilite” ’yi , yani üreme özelliğini bozan bir durumdur. Adet düzensizlikleri, hamile kalamama, erkek tipi kıllanma ve kelleşme, sivilceli-yağlı bir cilt ve kepekli saçlar şişmanlık ile birlikte polikistik over sendromuna özgü rahatsızlıklardır.Polikistik over sendromunun muhtemelen en iyi tedavisi kilo vermektir. Vücut ağırlığında % 10’u aşan bir zayıflama sağlanabilirse bu o kişilerde başarılı yumurtlama ve hamile kalabilme için yeterli olabilir. Bazen birtakım ilaçlar da kullanılır.

Obezite, Uyku Bozuklukları Ve Sleep Apne (Uyku Apnesi).

Obezlerde uyku bozuklukları çok sıktır. Bunların başında “uyku apnesi” gelmekle birlikte; yandaş hastalıklara, psikiyatrik sorunlara ya da alınmakta olan ilaçlara da bağlı olabilir uyku problemleri. Öte yandan uykunun yetersiz oluşu da hem hormonal etkilerle ve hem de direk olarak obeziteyi arttırıcı etki göstermektedir. Çünkü daha az uyumak hem daha fazla yeme zamanına olanak tanır ve ayrıca uykusuzluğun oluşturduğu kronik yorgunluk hissi de daha az fizik aktivite yapılması ile sonuçlanır.

Uyku apnesi tıpta “tıkayıcı sleep apne” olarak bilinen ve sıklıkla şişmanlığa ikincil olarak gelişen bir sıkıntı olup, uykunun ataklar şeklinde “sekteye” uğraması durumudur. “Apne” soluk alamamak ya da solunumun durması demektir ve “sleep apne” uyku esnasında solunumun geçici olarak durması ve bunun sonucunda o kişinin aralıklarla uyanması şeklinde anlatılabilir. Şişmanlık hem uyku esnasında hava yolu tıkanıklığına yol açarak ve hem de merkezi sinir sistemi üzerinden etki yaparak uyku apnesine yol açmaktadır. Kilonun % 10 artması, tıkayıcı uyku apnesi gelişmesi olasılığını 6 kat arttırmaktadır. Uyku apnesi etkilediği kişilerde hipertansiyon ve aritmi gibi kalbe ait komplikasyonların olasılığını ve dolayısı ile ani ölüm riskini bile arttırabilen ciddi bir rahatsızlıktır. Öte yandan uykusuzluk ile birlikte seyrettiğinden şişmanlığı da arttırıcı etkisi vardır. Yani adeta bir kısır döngü yaratır. Dolayısı ile obezite ve özellikle morbid obezite tedavisinde “uyku apnesi” açısından duyarlı ve bilgili olmak, tedavi planının başarısı açısından son derece önemlidir. Çünkü çoğu hasta bu durumun farkında bile olmayabilir. Bu durumda uyku apnesi varlığına işaret edebilecek bazı bulguları araştırma görevi tabi ki biz hekimlere düşmektedir. Bunlar: gece çok sık uyanıyor olmak, gürültülü horlamak, havasızlık hissi ile ani uyanmalar, gün içinde uyuklama/bitkinlik halleri olması, sabah baş ağrıları ve dikkat ve hafıza bozuklukları şeklinde özetlenebilir.

Uyku apnesinde doğru tedavi planı ise ancak net ve kesin tanı ile mümkündür ve bu amaçla “polisomnografi” adlı test altın standarttır. Tedavide ise hastaların CPAP (continuous positive airway pressure) adı verilen bir aleti uyku esnasında kullanmaları çok yardımcıdır. Morbid obezite söz konusu ise başarılı cerrahi girişimin ardından uyku apnesi de kilolarla birlikte süratle ortadan kalkabilecektir.

Obezite Ve Safra Kesesi.

Tüm nüfusun % 10’unda yaşamın bir aşamasında safra kesesi taşları oluşagelmekte ve safra taşlarının sıklığı özellikle obezlerde daha da artmaktadır. Kadın obezlerde ise sıklık en yüksektir. Bunun muhtemel nedenleri; obezitenin safranın içeriğini değiştirmesi ve safra kesesinin boşalmasının yavaşlamasıdır. Dolayısı ile safra kesesi taşı hastalığına bağlı bir dizi problemin gelişimi açısından “obezite” bariz bir risk faktörüdür. Normalde sessiz sakin olarak duran bir safra kesesi taşının 5 yıl içinde sıkıntı yaşatma olasılığı % 10-15 civarındadır. Safra kesesi taşlarına bağlı olarak yaşanabilecek sıkıntıları maddeler halinde özetlersek:

– Bilier kolik (Sağ üst karın bölümünde en ağır hissedilen ve iki kürek kemiğinin arasına, arkaya sırta doğru vuran, bıçak batması hissedilip o kişiyi acil servise başvurtacak düzeyde bir ağrıdır. Nedeni safra kesesi taşının safra kesesi kanalını geçici olarak tıkamasıdır. Taş geri düşüne dek gerilemez. Bu düşme olmaz ise akut kolesistit denilen bir cerrahi acil gelişir).

– Akut kolesistit (Ameliyat gerektiren ve taşa bağlı safra kesesi tıkanıklığı sonucu gelişen yarı acil bir durumdur. Zamanımızda bu durum geliştiğinde tedavi acil cerrahi müdahaledir).

– Akut pankreatit (Safra taşlarının ana safra kanalı alt ucunu tıkadıklarında gözlenebilen ve % 10 olasılıkla hayati seyredebilen acil bir pankreas hastalığıdır). •

– Mekanik sarılık (Safra taşlarının ana safra kanalına düşüp , safra akışını tıkadıklarında ortaya çıkan ve mutlak surette acil girişim gerektiren , kaşıntı ile birlikte deride sararma ile karakterli bir komplikasyondur).

Bu arada ani ve hızlı kilo kayıplarının ve dolayısı ile obezite ameliyatların sonrasında safra kesesi taşı oluşumu sıklığı da artar. Bu nedenle mide küçültme ameliyatlar esnasında rutin olarak safra kesesinin çıkartılmasını önerenler de olmakla birlikte bu konu tartışmalıdır. Bizim “tüp mide” ameliyatı yapılacak olgulardaki yaklaşımımız; tüm hastalarımızın ameliyatının öncesinde mutlak surette üst batın ultrasonu yapmak ve hem karaciğeri ve hem de safra kesesinin durumunu değerlendirmektir. Safra kesesinde ultrasonda taş saptanan olgularda şişmanlık cerrahisiesnasında safra kesini de çıkartmaktayız. Bunun dışında rutin olarak safra kesesini çıkartmıyoruz. Ameliyat sonrasındaki kontrollerde safra çamuru saptadığımız olgularda ise “ursodeoxycolic asit” gibi ilaçlar kullanarak taş gelişimini ya da problem yaratması riskini azaltmaya çalışıyoruz. Bu yaklaşım birçok obezite merkezinin de rutin yaklaşımıdır. Mide by-pass’ı ameliyatı veya “duodenal switch” ameliyatı yapılacak ise; tüm olgularda taş olup olmadığına bakmaksızın bazı özel nedenlerden safra kesesi de rutin olarak çıkartılmak durumundadır.

Obezite Ve Karaciğer.

Obezitede karaciğerin de yağlanması kaçınılmaz bir durumdur ve bu tıpta “steatosis” olarak bilinir. Tüm obezlerin 2/3 ‘ünde, morbid obezite söz konusu ise bunların % 90’ ında karaciğer yağlanması olur ve bunların da bir kısmında ciddi ve bazen de kalıcı karaciğer hasarı gelişebilir. Aşırı şişmanlığabağlı karaciğer yağlanması sonucu oluşan bu durum, ciddi alkol tüketimi de olmayan bir kişide özel bir hastalık tablosu olarak değerlendirilir ve tıpta “non-alcoholic-fatty-liver-disease NAFLD” (alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığı) olarak bilinir. Eğer obezitegiderilmez ise karaciğer yaralanmasının ciddiyeti giderek artarak tıpta NASH ( non-alcoholic-steato-hepatitis) sendromu olarak bilinen ve karaciğer sirozuna yol açabilecek ciddiyette kronik hepatit tabloları ortaya çıkabilir. Bu nedenlerle merkezimizde tüm obezite cerrahisi adayı hastalara ameliyat öncesinde karaciğer fonksiyon testleri ve karaciğerin ultrason ile incelenmesi bir rutin olarak yapılmaktadır. Obezite ameliyatı sonrasında ciddi kilo vermenin ardından NASH sendromu tamamen ortadan kalkabilmektedir. Bu bağlamda hastaların ciddi ve kalıcı karaciğer hasarı oluşmadan ameliyat edilmiş olmaları tabi ki büyük önem taşır.

Obezite Ve Akciğerler.

Hem çocuklar ve hem de erişkinlerde “obez” olmak ile “nefes darlığı çekmek” arasında aşikar bir ilişki vardır. Obezler fizik aktivite yaptıklarında daha çabuk nefessiz kalırlar. Bu egzersiz kapasitesindeki azalmanın nedeni taşıdıkları aşırı kilolara bağlı olarak artmış olan genel metabolik maliyettir. Ayrıca obezlerde göğüs kafesinin genişleyebilme özelliği ve solunum kaslarının gücü azalır , karın içi yağların artması sonucu diyafram akciğerleri yukarı doğru sıkıştırmaya başlar ve bunlar da “nefes darlığını” ve bunun algılanmasını artıran nedenlerdir. Obezite sonucu akciğerlerin daha az havalanması durumu tıpta bir Charles Dickens karakterinden esinlenerek “Pickwickian” sendromu olarak da bilinir. Vücut kitle indeksinin 50’nin üstünde olduğu “süper” obezlerde solunum fonksiyonları daha da ileri oranda bozuk olabilir ve bunlarda ciddi solunum kısıtlanması çok nadir değildir. Dolayısı ile “obezite cerrahisi” adayı morbid obezite hastalarının değerlendirilmesi esnasında tecrübeli göğüs hastalıkları uzmanlarının değerlendirmesi büyük önem taşır. Bu değerlendirmede muayene ve akciğer filmine ek olarak mutlaka solunum fonksiyon testleri yapılır, bazen kan gazlarının görülmesi gerekebilir ve muhtemel akciğer hastalığının varlığı ve ciddiyeti araştırılır. Çünkü sonuçlara göre değişik tedavi stratejileri belirlenmesi olasıdır.

Obezite Ve Eklem – Kemik Problemleri.

Obezite sıklıkla iskelet – kas sisteminde ağrılara ve tıpta “osteoartrit” olarak bilinen eklem problemlerine yol açarak çeşitli fonksiyon ve hareket kısıtlanmalarına yol açar. Şişmanlar bu nedenle daha az hareket edebilirler, daha az esnekler ve basit yer hareketleri esnasında bile ağrı duyarlar. Obezite sonucu en başta etkilenen eklemler; başta diz sonra da ayak bileğidir. Çünkü vücut ağırlığını en fazla bu eklemler taşımaktadır. Öte yandan obezlerde hiç ağırlık taşımayan eklemlerde de “artrit” benzeri problemler oluşabilir ve bu obezitenin aslında sistemik bir iltihabi hastalık olduğunun önemli göstergelerindendir. Aşırı kilo ayrıca tipik olarak “disk” problemlerine ve sonucunda alt bel ağrılarına yol açabilir. Bir obezlerin ciddi ağrıları olması daha az hareket etmesi sonucu kas kitlesi kaybına ve öte yandan daha da fazla kilo almasına yol açar. Ayrıca hem kalp ve hem de akciğerler de bu durumdan olumsuz etkilenirler.

Obeziteye bağrı eklem ağrıları olanlar ağırlık kaldırmayı içermeyen hafif egzersizlerden yarar görebilirler. Ciddi “osteoartrit” yani eklem hastalığı sonucu eğer “protez” ameliyatı gerekiyorsa deneyimli ortopedistler öncelikle ciddi kilo verilmesini sağlık vermektedirler. Öte yandan defalarca diyeti denemiş bir morbid obezin ciddi eklem ağrıları da varsa bu denli kilo verebilmeleri genellikle ileri derecede zordur. Dolayısı ile “obezite cerrahisi”, yani şişmanlığı giderici ameliyatlar bu bağlamda da paha biçilmez girişimlerdir. Bazı “protez” ameliyatlarına şişmanlık elimine edildikten sonra gerek bile kalmayabilir, ya da hatırı sayılır bir kilo kaybının ardından “protez” ameliyatı halen gerekiyorsa çok daha risksiz ve başarılı şekilde yapılabilir.

Obezite Ve Reflü.

Obezite reflü hastalığı olasılığını ve ciddiyetini arttırır. Ayrıca sadece kronik reflü sonucu yutma borusu alt ucunda oluşa gelebilen “Barrett” yarası ve yutma borusu alt uç kanseri gelişimi riski de obezlerde bariz olarak daha fazladır. Obezlerde reflünün artmasının nedenleri; karın içi basıncı yükseltmesi ve mide üstündeki basıncın artması, mide boşalmasını geciktirmesi ve mide kapakçığı üstüne de gevşetici etki yaratmasındandır. Öte yandan reflü hastalığının tek kalıcı tedavisi olan laparoskopik anti-reflü girişimler obez hastalarda daha az başarılı olmakta ve nüks olasılığı bir miktar yükselmektedir. Bu gerçeğe ışık tutan bir çalışmamız “Surgical Endoscopy” dergisinde yayınlanmış bulunmaktadır. Morbid obez olup çok ciddi reflü hastalığı da olanlarda hem şişmanlığı ve hem de reflüyü ortadan kaldırabildiğinden, laparoskopik mide by-pass’ı ameliyatları tercih edilebilir.

Obezite Ve Sindirim Sistemi.

Obezlerde diş sağlığı bariz olarak daha kötüdür. Özellikle genç obezlerde diş eti hastalıkları da artar. Diş problemlerinin sıkılığı obezlerin “fiber” (lif) içeren gıdaları tüketmelerini zorlaştırdığından bu kişiler fazla çiğneme gerektirmeyen ve çok yüksek kalorili yanlış gıdalarla beslenir ve daha da fazla kilo alırlar. Yeterli fiberden yoksun beslenen ve hareketlilikleri de azalmış obezlerde genellikle kabızlık olur. Dolayısı ile hem artmış karın içi basıncı ve hem de kronik kabızlığın da etkisi ile obezlerde kalın barsak divertikülleri ve hemoroit (basur) hastalığı riski de bariz biçimde artar. Gene aynı nedenlerden obezlerde kasık ve göbek fıtığı gibi” karın ön duvarı fıtıkları” riski de anlamlı oranda yüksektir.

Obezite Ve Kanser.

Obezite, çeşitli organlarda kanser gelişimi açısından kanıtlanmış bir risk faktörüdür. Ayrıca obezite kansere bağlı ölümlerin sıkılığını da artırmaktadır. Obeziteye bağlı olarak yakalanma sıklığının arttığı kanserler; yutma borusu (ösefagus), kalın barsak (kolon ve rektum), meme, böbrek, rahim, rahim ağzı, prostat, pankreas ve safra kesesi kanserleri olarak özetlenebilir. Obezitedurumunun kanser sıklığını arttırmakta olduğunu bilmemize karşın bunun mekanizması halen tartışmalıdır. Kadınlarda obezite serum östrojen miktarını arttırmaktadır ve belki bu önemli bir nedendir. Gene obezlerde IGF-I (insulin like growth factor) olarak bilinen ve kanser oluşumu riskini arttıran diğer bir hormon seviyesi de yükselmekte olup bu da artmış kanser riskinden sorumlu olabilir şeklinde düşünülmektedir. Obezhastalardaki bu artmış kanser riski ameliyat adayı olan hastalarımıza yaklaşımımızı da etkiler. 35 Yaş üstü morbid obez hanımlarda memelerin ameliyat öncesinde değerlendirilmesi ve 40 yaşın üstündeki erkek veya kadın tüm hastalarda ise kolonoskopi ile kalın bağırsağın değerlendirilmesi merkezimizde giderek bir rutin yaklaşım olmak yolundadır. Tıpta “Swedish Obese Study” olarak bilinen paha biçilmez değerdeki önemli çalışmada, özellikle kadınlarda, şişmanlığı giderici ameliyatların uzun dönemde çeşitli kanserlere bağlı ölümleri azalttığı net biçimde kanıtlanmıştır.

Tüm yukarıda özetlenen bilgilerin ışığında çoğu morbid obezin genç olmasına şaşırmamak gerekir ! Çünkü bu durumun nedeninin altında aslında acı bir gerçek yatmaktadır. Zira bu düzeyde şişman olanlar genellikle 70-80 yaşına kadar yaşayamazlar ve maalesef genç yaşlarda kaybedilme riskleri (eğer tedavi edilmezler ise) son derece yüksektir.

Morbid obezite açısından ülkemizde durum nedir?

Maalesef çok da iç açıcı değildir. Son bilimsel çalışmalarda elde edilen rakamlar batı toplumlarına yaklaşmakta olduğumuzu göstermektedir. Bakanlığımızın konuyu özellikle halk sağlığı bağlamında ele alıp önleyici hekimlik adına çok ciddi uğraşları ve gayretleri olduğunu da eklememiz gerekir. Biz de hem önleyici hekimlik adına ve hem de diyet ve destekle zayıflatabilme konusunda sürekli diyet uzmanları ile birlikte çalışmaktayız. Ancak morbid obezite oluştuktan sonra, bu yöntemler maalesef çok ama çok nadiren işe yaramaktadır. Çünkü diyetle kilo verebilseler bile morbid obezlerin % 95’inden fazlası bu kiloları fazlası ile geri alırlar. Yani büyük olasılıkla diyetle kalıcı kilo kaybı mümkün olamaz. Obezite cerrahisi tedavi opsiyonunun dünya genelinde süratle gelişip yaygınlaşması da bu yüzdendir çünkü bir yandan da morbid obeziteninsıklığı çok artmış durumdadır. Bir de laparoskopi teknolojisinin de devreye girmesi ve bu girişimlerin karnı kesmeden yapılabilmeleri de konunun cerrahi boyutuna olan ilgiyi çok arttırmıştır . Yoksa diğer “teorik” çözüm olan “diyet” yüzyıllardır zaten bilinmekte idi.

Altını çizerek tekrar söylemeliyiz ki; morbid obezlerde diyet büyük oranda ve sıklıkla başarısız olmaktadır. Burada her türlü diyet ve önleme karşın zayıflayamayan morbid obezlerin hayatlarını kurtarabilen girişimlerden bahsetmekteyiz ve bunların tümü “bariatrik cerrahi veya obezite cerrahisi” olarak bilinmektedir. Bariatrik girişimler her yıl yüzbinlerce hastaya yapılmaktadırlar artık ama gene de hasta sayısı yapılabilen ameliyat miktarına göre çok fazladır.

Öte yandan mide küçültme cerrahisinin ülkemizdeki durumunu irdelersek açıkçası bazı ikilemlerle halen mücadele etmek zorunda kaldığımızı vurgulamamız gerekmektedir.. Tüm dünyada aşırı şişmanlık tedavisinde “altın standart” ve artık bir “rutin” prosedür olmasına karşın; o ya da bu nedenden ötürü ülkemizde obezite cerrahisi ile ilgili ciddi bir yanlış algılama vardır. Genellikle obezite cerrahisi tedavi maalesef çok tehlikeli olan bir son çare gibi düşünülmektedir.

Halbuki şişmanlık ameliyatları ne konuşulduğu gibi çok tehlikelidir ve ne de aslında bir son çaredir ! Deneyimli ekiplerce yapıldığı takdirde % 0.1 gibi makul riski olan ve son çare yerine “yegane” ya da “tek” çare olarak adlandırabileceğimiz hayat kurtarıcı, yaşamı uzatabilen girişimlerdir bunlar.

Toplumumuzdaki yanlış algılamaya “zayıflamak için ameliyat oldu ve öldü ! ” gibi son derece manasız gazete haberlerinin de çok olumsuz etkisi olmuştur. Çünkü bu ameliyatlara bağlı ölüm riski aslında son derece düşüktür ve bu kişiler ameliyat olmazlarsa zaten ölümcül bir hastalığın pençesindedirler. Bu tip gazete haberleri sanki estetik amaçlı bir girişimden ölünmüş gibi algılanabilmektedir ve çok da eğitimli olmayan toplumumuzda korkunç yanlış bilgilenmeye neden olmuştur. Öte yandan her gün koroner by-pass ya da başka ciddi girişimler sonrasında da insanlar yaşamlarını kaybetmektedirler ama bunlar aslında haklı olarak gazete haberi olmamaktadırlar. Ya da bir morbid obez hastasına sıklıkla gerekebilen diz protezi ya da koroner by-pass ameliyatlarının riskleri obezite ameliyatlarından aslında çok daha fazladır. Öte yandan başarılı şişmanlık ameliyatından sonra obezlerde diz protezi ya da koroner by-pass gereksinimi bile ortadan kalkabilmektedir.

Madem bu kadar ciddi bir hastalık, neden kilo vermiyor morbid obezler? Ya da neden bu kadar kilo alınır?

Kilo alıyor olmak; bilimsel olarak harcadığınız veya yaktığınızdan daha fazla kalori almak demektir. Harcayamadığınız kaloriler vücutta yağa dönüşerek depolanır ve belli aşamadan sonra şişmanlık söz konusu olur. Eğer “Cushing hastalığı” gibi obezite oluşturan özel bir hormonal rahatsızlık yok ise ve bir kişi tedrici olarak kilo alıyorsa bunun ön koşulu gereksinimden fazla yemek yenmesidir. Öte yandan “Morbid obezitemadem bu denli ölümcül bir sıkıntı yemesinler ve zayıflasınlar o zaman” diye düşünenler olabilir. Bu satırları okuyan obezite hastalarının “kolaydı sanki “ dediklerini duyar gibi oluyoruz ! Obezhastalarımızın psikolojilerini çok iyi biliyoruz. Bir bölümünde ciddi bir suçluluk duygusu hakim olabiliyor ve “herkes diyetle başarıyor ben başaramıyorum” gibi tamamen asılsız ve yanlış düşüncelere sahip olabiliyorlar. Oysa gerek bilimsel verilere ve gerekse normal yaşam pratiğine baktığımızda, morbid obezite söz konusu olduğunda, diyetle “kalıcı” kilo kaybı maalesef çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Bazı insanlar tüm anlattıklarımızı bile bile gene de morbid obez olacaklardır ve her türlü uğraş ve gayrete karşın kilo verseler bile daha fazlası ile geri alacaklardır . Yoksa diyetle tabiki herkes az çok kilo verebilmektedir. Öte yandan önemli olan bu kilo kaybının devamlı yani kalıcı olmasıdır. Sorun da işte burada başlamaktadır! En sık rastlanılan durum arada özel diyet ve ciddi uğraşlar sonucu 10-15, hatta 20-30 kilo verilmesi ve sonra bu kiloların fazlası ile geri alınmasıdır. Açık konuşmak gerekirse bazı kişilerin neden morbid obez olduklarının nedeni ise halen tam olarak bilinmemektedir. Aynı aile bireylerinde obezite sıklığının daha fazla olması belki de genetik bir alt yapının varlığına ve fazla kalorilerin depolanma mekanizmasında bir bozukluğa işaret ediyor olabilir diye düşünülmektedir. Daha basit anlatımla morbid obeziteninaslında genetik bir rahatsızlık olabileceğine dair ciddi öngörüler mevcuttur. Öte yandan bilimsel olarak kanıtlanmış gerçek şudur ki; morbid obezite ile konvansiyonel olarak mücadele edildiğinde çoğu olguda başarılı olamamaktayız. Yani diyet, egzersiz ve agresif psikolojik desteğe karşın bu kişilerin % 95’in üstünde oranda kalıcı biçimde zayıflayamadıklarını görmekteyiz. Henüz morbid obeziteyibaşarılı olarak giderebilen mucizevi bir ilaç da yoktur ne yazık ki.

Diyet, egzersiz ve tüm desteğe karşın giderilmesi aşırı zor, hatta neredeyse imkansız bir şişmanlıktan mı bahsediyoruz?

Bilim üretimi adına dünyanın en prestijli ülkelerinden olan İsveç’te yapılan mükemmel bir çalışmada (Swedish Obese Subjects – SOS araştırması olarak bilinir) obezitenin; diyet, egzersiz ve destek tedavisi olarak özetleyebileceğimiz konvansiyonel yöntemlerle giderilmesinin uzun dönemde başarılı olma olasılığı % 2’ler mertebesinde bulunmuştur. Yani hastaların % 98’ inde işe yaramadığı gerçeği net biçimde kanıtlanmıştır ! Benzer sonuçlar konu ile ciddi biçimde ilgilenen tüm merkezlerde de ne yazık ki aynıdır. Bazı zayıflama ilaçlarının ki bir kısmının yan etkileri olduğu da vurgulanmalıdır; başarı oranları % 10’ları geçememektedir.

Diyet, egzersiz programları, birtakım bitkisel ilaçlar; günümüzde medyada geniş yer bulmakta. Obezite sorunu olanların akılları oldukça karışmış olmalı! Şunu da çok duyuyoruz "Kilo vermek için her yolu denedim ama verdiğim kiloları fazlasıyla geri alıyorum." Bu hastalıktan kurtulmanın daha kesin yöntemi yok mu?

Gerçekten de görsel ve yazılı medya zayıflama ve daha sağlıklı bir yaşam için haberler, reklamlar ve ilanlar ile dolu her gün ! Oysa Sağlık Bakanlığı verilerine göre obezite sorunu her geçen gün ülkemizde de alarm verici düzeyde artmakta. Beslenme alışkanlıklarımızın değişmesi, hazır gıdaya her yerde hızla ulaşabilir olmamız ve günlük koşuşturmaca içerisinde yüksek kalorili ve albenisi olan birçok gıdanın elimizin altında olması da probleme başka bir boyut katmakta. Daha önceden de değindiğimiz gibi, aynı oranda bu tür gıdaları tükettikleri halde zayıf kalabilenler varken neden diğerlerinin kilo aldıklarını ise tam olarak bilemiyoruz. Hatta neden bazıları bu nedenle sadece fazla kilolu iken diğerlerinin morbid obezite derecesine kadar kilo aldıklarını da tam olarak bilmiyoruz. Çoğu kişi ve özellikle morbid obezite sorunu olanlar diyet ve egzersiz programlarına ne kadar bağlı kalmaya çalışsalar da bir süre sonra verdikleri kiloları ve hatta daha fazlasını geri almaktalar. Belli bir oranın üzerindeki ileri şişmanlık yani morbid obezite, insan sağlığını tehdit ettiği için kararlı bir şekilde tedavi edilmeli. Bu anlamda diğer yöntemler yeterince bir süre denenmesine rağmen başarılı olunamamışsa, günümüzdeki en etkin kalıcı kilo kaybını sağlayan tek çare; “morbid obezite”ameliyatları yani bariatrik cerrahi.

Ameliyat, size tek başınıza başaramayacağınız kilo hedefinize ulaşmaya yardım ediyor.

Bu başarıyı, sağlıklı bir şekilde sürdürebilmenizde profesyonel ekibimiz, size ömür boyu destek sunuyor.

Amacımız; sizi her daim sağlıklı, mutlu ve fit görmek.